Külünk'ün o yazısı...

KALEM oynatmak zor iştir. Akıl anlayacak, yürek cesaret edecek, kâğıt kalemle buluşacak ve siz de sözünüzün emîni olacaksınız.

Zor iştir arkadaş kalemle kâğıtla raks etmek! Ama olmak zorundadır, olmalıdır... Saklı kalıp kabre gideceğine, meydanda olup mücadelesini vermek inandıklarınızın ve bir kayıt düşmek tek cümlelik de olsa...

İşte Diriliş Postası’nda bunun için var olacağız!

Ve tam da bir “diriliş” günü olan 15 Temmuz sene-i devriyesinde yeniden “Merhaba!” diyoruz…

Bu millet hiç kolaya talip olmadı. Hakk’ın yolunda hakka sancaktarlık eyleyen bu millet hiç kolaya talip olmadı. Bu topraklar hiç kolay gün görmedi. Lâkin biz de bu toprakları vatan edindikten sonra dikkatimizi hiç dağıtmadık. Ne aklımızı ayırdık buradan, ne gönlümüzü... İşte ondandır ki, ne sömürge olduk ne de sömürgeci!

Şehadet günüydü “15 Temmuz”, bir kez daha ayağa kalktık, sahip çıktık değerlerimize. Boyun bükmeyeceğimizi ifade ettik. Şehitler tepesini boş bırakmadık. Gâzâ geleneğimiz bir kez daha devam etti.

Ve o gece bir kez daha şerefle taktık “Gazi Millet” beratımızı!

O gece bankamatik sırasında olanlar da, marketlere koşanlar da vardı, biliyoruz... Evlerinin perdelerini sıkı sıkıya kapatanlar da vardı, telefonlarını kapatıp kaybolanlar da... Yurtdışında bekleyenler, yurtdışına kaçma plânları yapanlar da vardı.

Biliyoruz hızla arabalarına binip havaalanlarına koşarak İstanbul’u, Ankara’yı, hatta bu koskoca toprağı terk etmeye niyetlenenleri.

Biliyoruz o gecenin ardından bilgisayarlarını temizlemek isteyenlerin telâşlarını, kuytu köşelere saklanmak istenen ekipmanları…

Tabiî bu bildiklerimizin yanında bir de gecenin iki buçuğunda Sayın Erdoğan’ın millet ile buluşmasını bekleyen evlâtlar vardı o gece.

Zikir meclislerini alanlara taşıyanlar, rızkı peşinde koşarken evine gitmeyerek meydana akanlar vardı yine o gece.

Hani hep diyoruz ya “sessiz çoğunluk” diye, bu milletin vicdanı olan garipler, işçiler, köylüler, memurlar, öğrenciler alanlardaydı o gece Türkiye’de.

Gece ilerleyip de iki buçuktan sonra ibre dönünce tersine, şeytan sofrasını yerle bir edince yiğitler, her zamanki gibi sonradan sahte kahramanlar gördük demokrasi nöbetlerinde ön saflarda boy gösteren!

Velhâsılıkelâm, kim kazandı bu savaşı?!

Liderinin işareti üzerine sağına soluna bakmadan, eşi ve çocuğuyla helâlleşip kendini meydana atan gerçek kahraman... Sahi, kimdi o?! Hangi düşüncedendi? Hangi hayat biçimine sahipti? Hangi fikirlere açık, hangilerine kapalıydı?

Ne önemi vardı ki bunların?

“Önce vatan, önce devlet, önce bağımsızlık, önce millet!” diyendi o. Evet, “Önce vatan, önce devlet, önce bağımsızlık, önce millet!” diyenlerdi onlar…

Bugün, aradan tam bir yıl geçti. Artık resmî törenler faslına gelindi… Bir de baktık ki, birileri milletin hafızası ile dalga geçmeye kalkışmışlar.

Dün 17/25 Aralık sonrası ellerini dahi oynatmayanlar, bugün 15 Temmuz ihanetine karşı verilen beka mücadelesini, kendi koltuk mücadelelerine malzeme yapmak istiyorlar.

O gece sessizliğe bürünüp nabız yoklayanlar, bugün meydanlarda aslan kesiliyorlar.

Meğer o gecenin kahramanı 249 şehit, 2 bin 290 gazi ve bu koskoca millet değilmiş de, 15 Temmuz’un yıl dönümünde platformları doldurarak boy gösteren bazılarıymış.

Lütfen, bu milletin hafızasıyla dalga geçmeyiniz!

***

Milleti anlamazsak kaybederiz

Sokağın, sessiz çoğunluğun sesi, 15 Temmuz ve 16 Nisan’dan sonra beklenen heyecanı ve “diriliş ruhu”nun canlanması talebini ısrarla farketmemizi ifade ediyor. Sokağın bu beklentisini gören Şark kurnazı Kemal Kılıçdaroğlu, sözde adalet yürüyüşü ile sokağı provoke etmeye çalışıyor. Nasıl ki GEZİ’de masum milleti sokakta terörize ettilerse, aynı oyunu kuruyorlar.

Milleti anlamak esas olmalıysa bizim için, onu anlamaktan yüz çeviremeyiz. 15 yıllık yükselişin akıl ve ruh kökü, milleti anlamak olmuşken, bu kararlılıktan vazgeçemeyiz. Sokaktan yüz çevirir de milleti anlamazsak kaybederiz.

***

“Brejnev Sendromu”ndan uzak durmak

Bir sendrom var adı “Brejnev” olan… Her şeyi tozpembe görme hâli, işler yolundaymış gibi yapma hâli... Rus fıkralarına konu olan “Brejnevcilik” yapma lüksümüz yok.

Dün Abdülhamid Han’ın, Yıldız Sarayı’nın penceresinden gördüğü manzara tozpembe değildi. Bugün de Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin penceresinden gördüğü manzara tozpembe değil. Devletimizin başı olan ve milletiyle aynı duyguyu paylaşan bir liderin izinde yürüyenler olarak milletimize uzaktan bakmamız mümkün olamaz. Böyle bir anlayış, ancak ihanet ve millete düşmanlık edenlere yakışır.