Urfa City Alışveriş Merkezi’ndeki Büyükşehir Belediyesi’nin konferans salonunda Şanlıurfalı hemşehrilerine hitap etti.

Yılmaztekin, konferansta Başkanlık sisteminin Türkiye için önemini ve 15 Temmuz’daki hain darbe girişimini anlattı.

Duvara tosladılar.

Yılmaztekin, konuşmasında son 250 yılda topraklarımızda oynanmak istenen oyunların 15 Temmuz’da duvara tosladığını söyledi.

Yılmaztekin, konuşmasında birçok önemli konuya da temas etti. Şer odaklarının bütün bir dünyanın dizaynına yönelik sapkın ideolojilerine, izin vermeyeceklerini söyledi. Yılmaztekin ‘’Asla korkmayacağız, asla vazgeçmeyeceğiz. Asla geri adım atmayacağız ve asla okçular tepesini terk etmeyecek zalime fırsat vermeyeceğiz. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi ‘’Ve la tenihu ve la tahzenü ve entumul a’levne in kuntum mu’minin. Yani Gevşemeyecek,  Hüzünlenmeyecek, Ye’se kapılmayacak, Eğer inananlardansak Üstün olduğumuzun bilincinde hareket edecek  ve ümmetin kurtuluşuna vesile olacağız inşallah’’ dedi.

Üzerinde yaşadığımız toprakların, ekip biçtiğimiz vatan bildiğimiz bu toprakların, tarihin en zorlu mücadelelerine en kanlı savaşlarına ve alçak hesaplarına maruz kaldığını ifade eden Yılmaztekin ‘’Bu topraklarda güçlü bir devlet yapılanmasının olmadığı fetret dönemlerinde hep, bu coğrafyanın insanları zulüm görmüş, başları ezilmiştir. Tarih boyunca Dünyayı yönetme hevesine giren her topluluk ve her devlet ilk planını bu topraklar üzerine şekillendirmiş, bu topraklarda kurulacak tahakküm onların dünyayı yönetme arzusunun bir kilidi olarak dünya siyasetinde yer edinmiştir.

Çünkü Anadolu coğrafyası dört kıtanın kesiştiği, dünyanın ana arterlerini birbirine bağlayan ve dünyanın sigortası konumunda olan bir coğrafyadır. Tarih boyunca Anadolu’da kurulan güçlü ve adil devletler; dünyadaki adalet mekanizmasının işletilmesine, dünya siyasetinde kurulan güç dengelerini insani değerlerle dengelemeye katkı sunmuştur. Anadolu’nun siyasi düzeni bozulduğu, Anadolu’da güçlü devlet yapılanmaları ortadan kalktığında ve Anadolu’nun kendi içerisine kapandığı dönemlerde dünyada hep zulümler yaşanmış, hep mazlumların ahları alınmıştır. Osmanlı’nın çökmesiyle işte tam da bunu yaşadık.‘’ dedi.

Yılmaztekin, konuşmasında şu ifadelere yer verdi;

‘’Dünya siyasetinin kodlarını stratejik üstünlüğü ile nevi şahsına münhasır olarak kendi içerisinde barındıran bu topraklar, Osmanlının yıkılması ile kendi içerisine kapatıldı, güçlü bir devlet yapılanmasının bu topraklarda hüküm sürmesi hep bir şekilde perdelemeye maruz bırakıldı.

Bu süreç içerisinde milletimize, devletimize sistematik olarak bir aşağılık kompleksi psikolojisi aşılandı. Bu kadar önemli bir coğrafyada önemli bir geçmişe, önemli bir tarihe sahip olmamıza rağmen, kalibresiz bir devlet yapılanması içerisinde olduğumuz yalanı sürekli olarak kulağımıza fısıldandı. Biz motor üretemeyiz, biz araba üretemeyiz, biz kendi milli silahımızı üretemeyiz, kendi kendimize politika geliştiremeyiz, kendi başımıza hareket edemeyiz, zalime karşı çıkamayız, zulme karşı dik duramayız, birilerinden icazet almadan adım atamayız, birilerinin izni olmadan hamle yapamayız DENİLDİ. Bizim hep bir yerlerden aşağıda olduğumuz, hep bir yerlere karşı mahcup olduğumuz, hep birilerinden daha güçsüz olduğumuz ADIM ADIM empoze edildi. Bütün bunların çözümü olarak ta bize sunulan reçete ile milletimizin, devletimizin ve kadim geçmişimizin kadirşinas değerleri alaşağı edildi. Birilerine yaranarak, birilerinin hoşuna gidecek hareketlerde bulunarak, birilerinin kuyruğuna takılarak yıllar yılı bu ülkeyi ve bu ülkenin insanlarını aşağılık psikolojisine hapsettiler, tabandan tavana yükselecek olan dirilişimizin önüne hep bu şekilde geçtiler.

Bakınız, 1950’lerde önümüze NATO Konseptini koyduklarında bizi Sovyet tehdidi ile korkutmuşlardı. Aman Rusya ile yakınlaşmayın, aman Orta Asya ile ilgilenmeyin, aman ha Çin ile ilişki kurmayın, aman Ortadoğu’da ki antidemokratik devletlere yanaşmayın demişlerdi. Bütün enerjimizi Batı’ya ve Batı’nın ikiyüzlü politikalarına harcamamızı istemişlerdi. NATO’nun bize çizdiği bu siyaset çizgisini ilk delen kişi Rahmetli Adnan Menderes oldu. VE burası çok önemli. 27 Mayıs 1960’ta Menderes’i deviren darbe hadisesi olmasaydı, Rahmetli Menderes 2 Ağustos 1960’ta Moskova’ya gidecek, bir dizi anlaşmalar imzalayacaktı.

Turgut Özal için aynı şekilde, Orta Asya ve Musul üzerinde Özal’ın kurmuş olduğu planlamalar vardı. Özal son ziyaretini Azerbaycan’a yapmış, birkaç gün sonrasında zehirlenerek öldürülmüştü. Sadece Özal’ın öldürülmesi de değil, aynı plan içerisinde olan, Azerbaycan’da ki ELÇİBEY iktidarı Özal’ın ölümünden kısa süre önce bir oldu bittiye getirilerek hükümetten uzaklaştırılmıştı. Elçibey’in iktidardan düşürülmesinden sonra Azerbaycan’da yapılan ilk icraat BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN boru hattı projesini askıya almak olmuştu.

Aynı şeyler Merhum Erbakan hocaya da yapıldı. Erbakan hocanın devlet içerisinde kısa sürede yapmış olduğu iyileştirmeler, üretmeye ve AR-GE faaliyetlerine yönelik yapmış olduğu atılımlar birilerini çok rahatsız etti. Çünkü bakın Batılı bir yazarın şöyle bir sözü var. Aynen aktarıyorum; TÜRKİYE
ÖYLE BİR DEVLET Kİ, SOLDUĞUNDA SULANMALI, BOYLANDIĞINDA BUDANMALI.

Bu ne demek? Türkiye öyle bir coğrafyada öyle bir tarihten geliyor ki, solduğunda sulanmalı çünkü tamamen çökerse bu onların işine de gelmez demek. Ama boylandığında da budanmalı, çünkü Türkiye tamamen kuvvetlendiğinde bizler rahat rahat at koşturamayız demek. Yani biz Türkiye’yi bir uydu devlet olarak kullanalım, sömürelim ve kontrol altında tutalım demek. Bu batılı yazarın sadece bu sözü bile devletimizin yıllar yılı karşılaştığı saldırıları özetler niteliktedir.

Tüm bu gerçekleri gözler önüne serdikten sonra 15 Temmuz’da asıl yapılmak istenenleri daha açık bir şekilde görebiliyoruz. 15 Temmuz; 10 yılda Menderes’i devirenlerin, 10 yılda Özal’ı öldürenlerin, birkaç sene içerisinde Erbakan’ı hükumetten el çektirenlerin; 15 yıldır deviremedikleri, yıkamadıkları, yenemedikleri ERDOĞAN’a duydukları tahammülsüzlüğün ve acziyetin adıdır. 15 Temmuz; Rusya ile ilişkiler geliştiren, ÇİN ile ihalelere giren, İsrail’e özür diletip tazminat ödeten, Azerbaycan ile Pakistan ile Afganistan ile dostluk bağlarını kuvvetlendiren, dünyanın neresinde mazlum ve mağdur bir topluluk gördüyse yardımına koşan, Sahillerimize vuran insanlık ayıplarını reddeden, dünyada sağlanacak adaleti Anadolu’nun dirilişi ile başlatan ve buna öncülük eden Türkiye’nin durdurulması operasyonudur. Ve en önemlisi de, güçlü bir devlet yapılanması içerisinde bölgemizde söz sahibi olmadıkça bize asla rahat yüzünün olmayacağının bir ispatıdır 15 Temmuz…

Kıymetli Şanlıurfalılar, değerli hemşehrilerim,

Böylesine saldırı altında ve çevresi ateş çemberinde yoğrulan bir devlet olarak bizim artık hiçbir şekilde zaman opsiyonumuz kalmamıştır. Türkiye gibi hem geçmişten gelen büyük devlet olma potansiyeline sahip oluşumuz, hem de sürekli olarak fitne tohumları ekilmek istenen topraklarda yaşamamızdan ötürü güçlü liderliklere ve güçlü yönetimlere bugün her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duymaktayız.

Parlamenter sistemin bugüne kadar bizlere kazandırdıklarına baktığımızda elimizde koca bir hiç olduğunu görürüz. Tek parti diktasının bitmesiyle 1950 yılında geçiş yaptığımız parlamenter sistem ile bugüne kadar geçen 66 yıl içerisinde toplamda 44 hükümet kurulmuştur. Bu istatistik bize bugüne kadar kurulan her hükumetin ortalama ömrünün 1 buçuk yıl olduğunu gösteriyor. Kaldı ki, Menderes Özal ve Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde 10 yıllar süren istikrarlı hükumetleri bu hesaplamadan çıkardığımızda, geride kalan diğer dönemlerde her hükumetin ortalama ömrünün 7-8 ay olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.

Bölgemizde dengeler anlık olarak değişirken, devletin sürekli olarak çevresinde yaşananlara güçlü reflekslerle karşılık vermesi beklenirken, bizim
parlamenter sistemin romantizmi içerisinde hükumet krizleri ve istikrarsızlıkla kaybedecek vaktimiz olamaz.

Bakın biz şuan Meclis’te henüz Eylül-Ekim aylarında yasalaşan kanun hükmünde kararnameleri görüşüyoruz. Uygulamada devlet Meclis’ten 2-2 buçuk ay önde gidiyor. Meclis, devlete nazaran 2-2 buçuk ay geriden geliyor. OHAL olmadığını ve devletin işleyişinin sadece ve sadece meclise odaklı olduğunu düşündüğümüzde devletimizin göstermesi gereken her refleksi ne yazık ki ancak 2-2 buçuk ay sonra gösterebileceğini görüyoruz. Bu, Türkiye gibi stratejik konuma sahip olan bir devlet için kabul edilebilir bir durum değildir.

Ayrıca bugünkü parlamenter sistemin vesayet kurumları ile etkisizleştirildiği, bir üst kurullarla paylaşılan yetkiler ile devletin kendi içerisinde çarpık bir yapılaşma içerisinde tekleyerek hareket edemez hale geldiği de bir gerçektir. Fren pedalının bir kişide, gaz pedalının bir başka kişide, direksiyonun bir diğer kişide olduğu bir araba, patinaj yapıp durmaktan, kaza yapmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Parlamenter sistemin bize sunduğu imkanlar tam da bu şekildedir ve ne yazık ki yıllar yılı bu sistem içerisinde devletimizin enerjisi gelip geçici iç siyasi çekişmeler ile eritilip heba edilmiştir.
Birileri demokrasiyi ağızlarına sakız etmişler, her yerde demokrasi diyorlar. Madem demokrasi o halde meclise getirelim, halkın iradesi Meclis’te tecelli etsin, olmazsa da vekilleri bırakıp asillere gider, halka sorarız dediğimizde ‘’Başkanlık kan akmadan gelmez’’ diyorlar.

15 Temmuz’dan önce çok söylediler bunu. ‘’Başkanlık kansız gelmez’’ Ne kadar demokratik bir anlayış değil mi? Keza dedikleri gibi de oldu, ne yazık ki. 15 Temmuz akşamı oluk oluk kanı aktı bu milletin. Ne için aktı? Başkanlık gelmesin diye mi sokağa çıktı millet? Bir sahtekar ana muhalefet liderimiz var o öyle söylüyor, halk başkanlık gelmesin diye meydanlara çıkmış, halk güya parlamenter demokrasi için meydanlara çıkmış diyor. Bunların bu tutarsız, bu ilkesiz, bu yüzsüz politikası gösteriyor ki bizler çok doğru bir yoldayız ve doludizgin ilerliyoruz. Biz AK Parti olarak, dava bilincine sahip ve sadık siyasiler olarak biliyoruz ki, birilerinin şerh koyduğu, birilerinin olmaması için kan akıtmayı göze aldıkları hedeflerimiz bizlerin onurudur, şerefidir, namusudur.

Biz, bugüne kadar asla kendi ırksal tabanıyla kısıtlı bir millet anlayışında olmadık. 2 bin yıllık devlet teamüllerimiz bizlere Türküyle Arabıyla Kürdüyle ve daha nice milletle bütünleşik bir sentez olduğumuzu ortaya koymaktadır. Biz bugün adaleti de, refahı da, yükselişi de asla sadece kendimiz için isteyemeyiz. Çünkü bizi biz yapan değerlerden, bizi biz yapan özelliklerden koptuğumuz zaman yükselişimizin de, gelişmemizin de bir kıymeti harbiyesi kalmaz. Bu sebeple aslımıza uygun olarak, dünyadaki tüm mazlum ve mağdur toplulukların umudu olacak bir devlet teşekkülü icra etmek durumundayız.

Biz bunu sağlamadığımız müddetçe Halep’te Musul’da ve İslam dünyasının çeşitli yerlerinde katledilen çocuklar için dünya hep sırtını dönmeye devam edecektir.   Biz mazlumun sesi olmadıkça birileri, arşı titreten çığlıklara kulaklarını kapatmaya devam edeceklerdir. Biz elimizi uzatmadıkça Aylan bebek gibi sahillerimize vuran insanlık ayıpları hız kesmeyecektir.

Tarihimizin, geçmişimizin devletimize ve milletimize yüklemiş olduğu sorumluluk ağırdır. Ancak devletimiz ve milletimiz bu sorumluluğun üstesinden gelecek kadar da kadirşinastır.

Birilerinin demokrasi havarisi kesilmesi, demokrat rolü oynaması bizler için hiçbir şeyi değiştirmez. Onlar bizim gözümüzde Türkiye’nin gelişmesinin önüne çekilmiş duvarlardır, hatta itilaf devletlerinin kaçarken arkalarında bıraktıkları temsilcilerdir onlar. Bu kadar net söylüyorum.

Biz onların Cemaziyel evvellerini çok iyi biliyoruz. Artık onlarla vakit kaybetmememiz, her türlü tedbiri almak durumunda olduğumuzu da çok iyi biliyoruz.

FETO ile mücadelede bile sulandırma politikası yapanlarla bu ülkenin varacağı bir menzil olacağını ben düşünmüyorum.

17-25 Aralık’ta devleti ele geçirme hinterlandı ispatlanmış bir terör örgütü ile nasıl kol kola olduklarını gördük. Fetullahçı hainlerin piyasaya sürdükleri bu devletin mahrem bilgilerini içeren ses kayıtlarını meclis kürsüsünden nasıl yayınladıklarını, Ak Partiye vurmak adına devleti nasıl hedefe koyduklarını çok açık net gördük. Devlet FETO’nun gerçek yüzünü ortaya çıkartıp bunlarla mücadele etme çağrısı yaparken bunların ne şekilde bu örgütün yanında durduklarını, kanallarını gazetelerini nasıl ziyaret ettiklerini gördük.

Gazeteci dedikleri Can Dündar’ın nasıl apar topar kaçıp gittiğini, bir hain gibi nasıl bir başka ülke vatandaşlığına geçtiğini, namustan ve iz-andan nasıl hiç nasiplenmediğini de gördük. Türkiye’nin Cumhurbaşkanının davetine icabet eden davetlilere YALAKA diyenlerin, Alman Cumhurbaşkanının yanında el pençe divan poz veren Can Dündar’ı nasıl koruyup kolladıklarını da gördük.

Kıymetli Şanlıurfalılar, biz hem görmemiz gerekenleri fazlasıyla gördük, tecrübe ettik, hem de bu yanlışlıkları düzeltmek,  devletin menfaatine kanalize etmek için yeterince mücadele verdik. Telkinlerde bulunduk. Artık bizimle beraber yürürlerse yürüsünler, yürümedikleri takdirde bu yeniden kuruluş döneminde devletin karşısında duran kesimler olarak tarihteki yerlerini alacaklardır. Çünkü biz inanıyoruz ki bir gün, içerisinde bulunduğumuz bu amansız savaş bitecektir. Ve o gün, bugünkü mücadelesinde zaafa düşmeyenler galip geleceklerdir.  Diğerleri emin olun MAĞLUP olacaklardır. Diğerleri o gün geldiğinde, biz çektiğimiz cefanın mükafatını alırken onlar, bir köşede parya muamelesi göreceklerdir.

Biz onları bir kenara bırakacağız, her anlamda güçlü bir devlet olacağız ve tarih sahnesinde üzerimize düşen her türlü yükümlülüğü yerine getireceğiz. Bizimle birlikte yürüyebilenlerle, bu ülkenin menfaatine hareket edebilenlerle, uzantısı başka ülkelerin büyükelçiliklerine dayanmayanlarla birlikte yürüyeceğiz. Kimlerden olurlarsa olsunlar;  Hırslarına, kibirlerine, egolarına ve ihtiraslarına yenik düşenleri oldukları yere bırakıp yola öyle devam edeceğiz.
Şanlıurfa’lılar, inanıyorum ki; her yol ayrımında devletinden yana tavır alan, her zorluk ve saldırı karşısında re’yine sahip çıkan, son olarak 15 Temmuz akşamı, Akçakale’nin öte tarafında ülkemize saldırmak için pusuya yatan terör odaklarına inat meydanları, memleketin her noktasını bayraklarla donatan sizler, önümüzdeki bu kurtuluş ve kuruluş mücadelesi sürecinde de olmanız gereken yerde olacak, durmanız gereken noktada duracaksınızdır. 
Bu süreç öylesine amansız ve öylesine pervasız bir süreç ki milletin menfaatine olduklarını gördükleri Cumhurbaşkanımızım olabildiğince milletin gözünden düşürmeyiö başsız kalacak gövdeyi parçalamayı hedeflediler. Türkiye’nin ekonomisini  büyüme hızını  ve yükselişini durduralım dediler. Ortadoğu’da sınırları yeniden çizerken Türkiye’nin kendilerine ayak bağı olmamasını, Türkiye’nin çarklarına çomak sokmamasını istediler.

Mavi Marmara’nın,  Mısır’da Dik duruşun,  İran’da İrak’ta ilkeli dış politikanın,  Suriye’de insani tavrın, Filistin’de vicdani itirazın intikamını alalım dediler. Ama bu millet tarafından geldikleri gibi alaşağı edilerek geri gönderildiler.

Biz 15 Temmuz akşamı Filistinlilerden öğrendiğimiz o direniş ruhu ile sokaklara çıktık. Ve Türkiye’nin uçurumdan aşağı yuvarlanmasını engelleyerek,  Filistin’in son kalan umudunu da aynı zamanda kurtarmış olduk.

Hamdolsun ki;  Suikastten 10 dakika farkla kurtulup helikopteriyle 30 metre yükseklikten uçarak Dalaman Havaalanına giden, oradan F-16'ların Sorti yaptığı bir Havalimanına uçağının kendi ışıklarıyla inen, ama davasından, inandığı doğrudan zerre sapmayan bir Cumhurbaşkanına sahibiz.
Bakın size yıllar önce beyaz sarayda yaşanan bir hadiseyi anlatayım,

Cumhurbaşkanımız, tabi o dönemin Başbakanı. Beyaz saraya gittiğinde orada Birleşmiş Milletler’in 5 daimi üyesinin geldiklerinde giriş yaptıkları ayrı ve özel bir kapı olduğunu fark eder.  Buradan sadece 5 daimi üye ülkenin devlet başkanlarının giriş yaptıklarını öğrenir. Ve Beyaz saraya o kapıdan girmeye karar verir. Cumhurbaşkanımız korumalarıyla birlikte kapının önüne geldiğinde bir görevli önlerine dikilir ve Cumhurbaşkanımıza doğru elini uzatır. Ona bu kapıdan asla giremeyeceğini, o kapıdan sadece 5 daimi ülke başkanlarının girebileceğini söyler. Ve Cumhurbaşkanımız orada, önüne dikilen o görevliyi iterek Beyaz Saray’a 5 daimi üyenin girdiği kapıdan giriş yapar.

İşte bu özgüven, bu sağlam irade, onların çok zorlarına gidiyor. Ve emin olun bu irade karşısında korkuyor, hatta titriyorlar.
Çünkü karşılarında ülkesinin menfaati için her türlü fedakarlığı yapmaktan bir an olsun imtina etmeyen en ağa babasından en baronuna hiçbir kimseye eyvallah çekmeyen,  tek başına bile kalsa doğru bildiği gerçekleri haykırmaktan asla çekinmeyen ve bu milletin dirilişine vesile olan bir lider var; RECEP

TAYYİP ERDOĞAN!

Şanlıurfalılar

Başımızda böyle bir lider varken büyük ve güçlü Türkiye’yi kurmayacağız da, ne zaman kuracağız? Hepimiz adına üstlenilmesi gereken bütün bedelleri kendi şahsında hazmetmiş, ülkenin yoluna kanını canını ve ömrünü adamış böylesine bir lidere sahipken, prangalarımızdan kurtularak yükselmeyeceğiz de, ne zaman yükseleceğiz?

Emin olun elimizdeki bu imkanı bir kere kaçırırsak, bizlere bir daha bu fırsatı asla vermeyeceklerdir. Bir kere sendeler,  bir kere yere kapaklanıp düşersek,  bir daha kalkmamıza asla izin vermeyeceklerdir.

Bu hesaplaşmayı kaybedersek, onların bütün bir dünyayı dizayna yönelik sapkın ideolojilerine, imkan tanımış oluruz.
Bu sebeple asla korkmayacağız, asla vazgeçmeyeceğiz, asla geri adım atmayacağız,  ve asla okçular tepesini terk etmeyecek,  Zalime fırsat vermeyeceğiz

Yüce Allah’ın buyurduğu gibi,

Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn
Yani Gevşemeyecek,  Hüzünlenmeyecek, Ye’se kapılmayacak, Eğer inananlardansak Üstün olduğumuzun bilincinde hareket edecek  ve ümmetin kurtuluşuna vesile olacağız inşallah

Bu düşüncelerle sözlerime son veriyor, kıymetli vakitlerini ayırarak bu salonu şereflendiren hemşehrilerime şükranlarımı sunuyorum.
Sağ olun Var olun.  Allaha emanet olun’’ dedi.

Yılmaztekin’in yanı sıra AK Parti Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’da bir konuşma yaptı.