DÜNKÜ makalemizde vadettiğimi gerçekleştirip, Millî Görüş Hareketi’nde gerçekleşen yol ayrımının perde arkasına dair notlara yer vereceğim.

Recai Kutan’dan Bülent Arınç’a, Oğuzhan Asiltürk’ten Abdullah Gül’e neredeyse bütün bir camianın beyanlarına yer verilen, Yavuz Selim’e ait “Yol Ayrımı” adlı kitaptan alıntılarla tabiî…

Abdullah Gül’ün, 1990’ların ilk yıllarında merhum Erbakan Hoca ile tanışmasına vesile olan Yasin Hatipoğlu, Gül ile nasıl tanıştığını ve sonrasında ona dair bir sitemini dillendiriyor…

Kitabın 71’inci sayfasındaki ifadeleri şöyle:

“Biri zaten ‘Ben İmam-Hatip Okulu mezunuyum’ deyince, Allah benim canımı alıyor… Sarıldık, öpüştük. Şaban Bayrak konuyu açtı, ‘Ağabey, milletvekilliği için düşünüyoruz, ne dersin?’ dedi. Ben de ‘Gayet güzel’ dedim. Sonra buraya getirdiler. Hoca’yla tanıştırdılar. Referans olanlardan, Hoca’ya telkin ve tavsiyede bulunanlardan biri de benim. Abdullah Gül milletvekili oldu ve Abdullah Gül Genel Başkan Yardımcısı oldu ve Abdullah Gül bakan oldu ve Abdullah Gül bu çizgiyi ilk terk edenlerden oldu ve Abdullah Gül, ‘Haberiniz olsun, siz bunlara alışık olmasanız da ben kongrede genel başkan adayı oluyorum’ anlamında Hoca’ya ilk üzücü haberi veren oldu…”

***

Kitabın 100’üncü sayfasında, Fazilet Partisi’ni içeride eleştiren zümrenin zaten partinin yönetimini teşkil ettiğini belirten Süleyman Arif Emre’nin getirdiği tenkit ifadeleri dikkat çekici:

“Hiçbir şey getirmediler. Eskiden beri bildiğimiz yöntemlerimizin üzerine yeni bir şeyler ekleyebilirlerdi. Ne yeni bir teşkilâtlanma çözümü getirebildiler, ne de tüzükte, programda ve politikada yenilikçiliğe delâlet edecek bir değişiklik teklifinde bulundular. Söylemeye sıra gelince, ‘Biz yenilikçiyiz’… Olmaz öyle şey! Bu şekilde düşünen arkadaşları sorumlu tutuyorum. Fazilet Partisi’nde Başkanlık Divanı teşekkül etti, on üç kişiden bir tek Recai Kutan bizden… Aklıma gelenleri sayayım: İrfan Gündüz, Nevzat Yalçıntaş, Abdülkadir Aksu, Aydın Menderes, Cemil Çiçek, Abdullah Gül…”

***

Kitapta iki önemli makaleye yer veriliyor.

Biri “RP’yi Bölmek” başlığıyla Talat Halman’a ait (30 Nisan 1997, Milliyet), diğeri ise “FP Üzerinde Kara Bulutlar” başlığıyla Güneri Civaoğlu’na (24 Eylül 1998, Milliyet)…

Talat Halman’ın makalesindeki giriş paragrafı dikkat çekiyor:

“Hükûmetin akıbeti ne olursa olsun, RP’nin bir parti olarak bölünmesi, daha iyisi parçalanması, ülkemizin siyasal geleceği için hayırlı olacaktır.”

(Bu arada Halman’ın aynı makalesindeki bir cümle şöyle: “Alevîler ve Fetullah Hocacılar RP’yi tutmadı ama laik partilerin bocaladığı ve bölündüğü bir dönemde, değişik kesimlerdeki müminler, kendileri için tek seçenek olarak RP’yi gördüler.”)

***

Kitabın 163’üncü sayfasında Veysel Candan’ın şu ifadeleri yer alıyor:

“Arkadaşlar kendilerinin oraya (FP Genel Başkan Yardımcılığı makâmı) nasıl geldiklerini unutarak, Başkanlık Divanı’nda Genel Başkan’ı çalışamaz hâle getirdiler. Bakın, şu an bizim Grup ve Başkanlık Divanı toplantılarımızdan dışarıya bir şey sızmaz, ama o dönemde içeride ne konuşulursa anında duyuluyor, aynen yazılıyor, aynen çiziliyordu…”

Aynı konuyla alâkalı olarak Lütfü Esengün’ün aktardığı anektodsa şöyle:

“Meselâ Kızılcahamam toplantısında, bizim kendi arkadaşlarımızdan, yani kendi tabanımızdan geldiğini bildiğimiz ve bu terbiyeyi aldığına inandığımız Bülent Arınç bile, Grup Başkan Vekili sıfatıyla kürsüden, Grup’ta yapılan seçimler hakkındaki düşüncelerini açıklarken, Recai Bey’e hitaben, ‘Bu yapılan maskaralıktır’ diye açık açık hakaret etmişti.

(…)

Abdullah Bey de bu arkadaşların söylediklerine katılırdı. Ama onun bir farkı, belli bir edep çerçevesinde kalması, saygıyı elden bırakmaması ve Genel Başkan ile Başkanlık Divanı’na yakışır bir tutum içinde olmasıydı.”

***

Ve Oğuzhan Asiltürk…

Merhum Erbakan Hoca’nın daima yanında olarak MNP’den, bugün Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı adayı olarak açıklayacağı öne sürülen SP’ye kadar birçok siyâsî partiyle ülke siyasetinde yer alan Asiltürk, kitabın muhtelif sayfalarında yer alan ifadeleriyle şunları ifade etmiş:

“Partinin içindeki bir insan, Genel Başkanı’nı ‘Amazon ormanlarındaki vahşiye’ benzetebilir mi? (…) Öbürü aynı şekilde, ‘kıtıbiyos bir parti’ diyor… Beriki, ‘Bu parti trafiğe çıkacak araba olmaktan çıktı, kaportası çarpmış, motoru tekliyor’ diyor… ‘Arkadaş, istemiyorsan ayrılırsın, gidersin! Yok, içimizde kalacaksan saygılı olmaya mecbursun’ bile denmedi bu insanlara...

Kongre öncesinde Erbakan Hoca’yla hepsi teker teker konuştular. Hoca bunlara, birliğin ve beraberliğin gerekliliğini münasip bir şekilde anlattı. Abdullah Gül’e, ‘Abdullah, henüz sen bu işe hazır değilsin, yeterince tecrüben yok’ dedi. Abdullah Gül’ün, ‘Hocam, biz ortaya çıktık, teşkilâtlara heyecan geldi’ şeklindeki sözüne Hoca gülümseyerek, ‘Abdullah, teşkilâtlara değil, Hürriyet, Milliyet, Sabah gazetelerine heyecan geldi’ cevabını verdi…

(…) ‘Amerika’nın terörizmle mücadelesini destekliyoruz’ diyenlerle bir beraberliği paylaşamayız; bu mümkün değildir. Biz AKP’liler gibi olamayız…”

***

Kitapta yer alan daha birçok pasaja yer vermekte güçlük çektim doğrusu…

Hatta hangisini seçeceğimi şaşırdım.

İnce eledim, sık dokudum…

Daha önce aynı yolda yürüdüğümüz isimlerin kendi partime, dâvâsına inandığım biricik liderimin partisine dair ne düşündüklerini değil, AK Parti’nin lideri olduğunu iddia edenlerin, hatta Recep Tayyip Erdoğan isminin bu dâvâ için lâlettayin bir değer olduğunu zanneden ve bu şekilde beyanlarda bulunanların nasıl göründüklerini tarihî perspektiften ele almak istemiştim.

İfadelerde liderim hakkında tek olumsuz beyanla karşılaşmadığımı, dileyenlerin bu özel kaynağa ulaşarak ne demek istediğimi kolaylıkla anlayabileceklerini ayrıca belirtmek isterim.

***

Dün Nasreddin Hoca’nın iki tecrübesine yer vermiş, fil fıkrasında kendisine lider arayan ahalinin telâşından bahsetmiştim…

Bir güruh düşünün ki, kendisinin halk nezdindeki karşılığını biliyor ve herhangi bir parti kurduğunda hiçbir tepki almayacağını, hiçbir cazibesinin olmayacağını öngörüyor.

Bunun için de kendisine halk nezdinde cazibesi olan kuruluşlar ve dolayısıyla liderler arıyor…

Halk siyasetten ümit kesmişse, üzerinde “ümit” beslenen isme hücum ediyor…

O isimden kürk giyinmesini bekleyip adalet gömleğiyle dolaşmamasını istiyor…

İstedikleri olmayınca da “Şu yanlış, bu yanlış” demeye başlıyor…

***

Yarın da devamı gelecek…

Bir resim çiziyorum sadece…

Ve ben, hep terk edilenin yanında olacağım!