Kovid-19 ile hem doktor hem de hasta olarak mücadele eden Prof. Dr. Muhammed Emin Akkoyunlu, yaşadıklarını AA muhabiriyle paylaştı. 

Kovid-19'un Türkiye'de ilk görülmeye başladığı günlerde bu enfeksiyonu taşıdığı tespit edilen hastalar için ayrı bir servis açtıklarını anlatan Akkoyunlu, serviste kontrollerini yaptığı astımlı bir hastanın Kovid-19 olduğunun anlaşıldığını kaydetti.

Genelde hastalık bulgularının 5. günde ortaya çıktığını, kendisinde ise örnek verdiği günün akşamında şiddetli bel ağrılarının başladığını dile getiren Akkoyunlu, gece saatlerinde Kovid-19 testinin pozitif olduğunu öğrendiğini aktardı.

İlk başta hastalığı rahat atlatacağını düşündüğünü kaydeden Akkoyunlu, "Bizim bir mitimiz vardır, 'Kovid gençleri çok etkilemez' diye. İlk başlarda böyle biliyorduk. Bu kesinlikle bir mittir. Gençlere bulaşıyor, gençleri öldürüyor, çocuklara da bulaşıyor ve çocukları dahi öldürüyor." dedi.

"Vasiyetimi yazmaya başladım"

Prof. Dr. Akkoyunlu, hastalığın ilk evresinde önerilen ilk grup ilaçların kendisine fayda vermediğini ve bu nedenle ikinci grup ilaçlara başladığını anlattı.

Tedavisinin hastanede devam ettiğini dile getiren Prof. Dr. Akkoyunlu, ölümden döndüğü o zor günleri şöyle anlattı:

"Genel durumumda ciddi bir bozulma başladı. İlk gün itibarıyla ateşim başladı. Hayatımda ateşim hiç 38’in üstüne çıkmamıştır ama 39,5'in altına düşmemeye başladı ve bu, günlerce böyle devam etti. Bütün sistemim alt üst oldu. Yeme içme kesildi, ağzım dilim kurudu, uyku düzenim tamamen bozuldu. Hastalık bittiğinde 15 kilo vermiştim.

Benden daha ağır geçiren, yoğun bakıma girip çıkanlar var. Süreç olarak 8'inci, 9'uncu günde ikinci kuşak ilaçların da fayda vermediği ortaya çıkınca moral olarak umudum kırıldı, geleceği ve riskleri biliyordum çünkü. Ayrıca elimizde kullanacak ilaç da kalmamıştı o dönem için. Çalışmalar çok daha yeniydi, hangi ilaçlar kullanılmalı, hastalığın anatomisi nasıl bilmiyoruz. Artık savunma sistemim o kadar agreve oldu ki benim kendi kanamayı durdurucu hücrelerime saldırmaya başladı.

Bizim DİK dediğimiz özel bir şok tablosuna girmeye başladım. Tansiyonum düşmeye başladı. Oksijen tedavisi almama rağmen düşmeye başladı. Artık ben tünelin kapalı olduğu kısmı görmüştüm. 'Gidiyorum' dedim. Vasiyetimi yazmaya başladım. Bilincim de yavaş yavaş kapanmaya başladı. Ben 'Bu savunma sistemini baskılayan ilaçları kullanmak istiyorum' dedim. İlk başta karşı çıktılar sonra o ilaçları verdiler. Allah nasip etti döndük."

"Bardaktaki suyu dahi alıp içmek bana zor geliyordu"

Prof. Dr. Akkoyunlu, 12 gün boyunca devam eden ateşinin ve çok ciddi bir halsizliğinin olduğunu belirterek, "Bardaktaki suyu dahi alıp içmek bana zor geliyordu. Lavaboya dahi kalkamıyordum. O kadar kötüydüm. O ilacı kullandım ve ardından saatler içinde toparlanma oldu. Bu ilaç sadece belli hastalar üzerinde etkili olan bir ilaç. Şu anki verilerimizle söylüyorum. Herkeste kullanılan bir ilaç değil." diye konuştu.

Eşinin de doktor olması dolayısıyla hastalığın Türkiye girmesinden sonra izole bir hayat sürdürdüklerini aktaran Akkoyunlu, ancak buna rağmen koronavirüsün kayınbabası ve kayınvalidesine bulaştığını, onların da hastalığı yendiğini belirtti.

"Hasta olduğunuz zaman bu ölüm riskini alıyorsunuz"

"Açıkçası bu hastalık bir trajedi." diyen Prof. Dr. Muhammed Emin Akkoyunlu, şunları kaydetti:

"Hayatın anlamı açısından bu benim için en büyük öğreticiydi. Ama cidden çok travmatik bir süreçti. Çocuklarınıza, yakınlarınıza uzak olduğunuzu hissediyorsunuz. Bu duyguyu bütün koronavirüse yakalanan, orta ve ağır düzeyde geçirenlerde hissediyorum. Özellikle yatırdığımızda hastalarda bunu çok ciddi hissediyorum. Koronavirüste her hasta için ayrı bir trajedi var. Her hastanın hikayesi çok farklı gerçekten. Eşiyle beraber yakalanıp eşi ölen ama kendisi hastaneden çıkamayan var. Eşi izole olup, çocuğu rahmetli, babası rahmetli oluyor ama cenazesine gidemiyor. Çok travmatik şeyler yaşanıyor.

Bizim bölümde biraz daha ağır olan hastaları takip ediyoruz. Hasta olduğunuz zaman bu ölüm riskini alıyorsunuz. Bu duygunun yaşanması başlı başına bir zorluk. Olabildiğince bu riski almamak lazım. Tavlada zar attığınız zaman düşeş gelme ihtimali yüzde 2,7'dir. Kovidin öldürme ihtimali ise yüzde 2,9. 'Hastalığa yakalanınca tavlada düşeş gelmesinden daha fazla ölme ihtimalim var.' dedim. Bu duygu insanı cidden yıpratıyor. Bunu yaşamamak lazım, o zarı atmamak lazım."

Prof. Dr. Akkoyunlu, maske, mesafe ve hijyenin bu hastalığı önlemede en önemli yöntem olduğunu hatırlatarak, el hijyeninin yanısıra solunan havanın temiz olması gerektiğini vurguladı.

Zatürre aşısının Kovid-19'a karşı koruyucu etkisi bulunmadığını belirten Akkoyunlu, zatürrenin tamamen farklı bir virüsten kaynaklandığına işaret etti.