Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş; evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berberlik yaparmış. Sen ninenin beşiğini tıngır mıngır sallar iken gören melekler de size gıpta ile bakarmış…

Havası, suyu, denizi, ormanı, karlı dağları ve yaylalarıyla “Cennet Vatan” diye kabul edilen; koyunları, kuzuları ve mutlu ama yüreğinde çeşitli sızıları olan her renkten insanı ile bilinen ülkelerin birinde bilge bir insan yaşarmış. Varlığından haberdar olan herkesin fikirlerine saygı gösterdiği, hayata dair tavsiyeler istediği; karşılaştıkları olayları yorumlatıp gelecekle ilgili görüşlerini aldıkları bu bilge adamın tatlı mı tatlı bir dili, herkesi kendine hayran bırakan hoş sohbeti, kimseyi kırmayan munis bir yapısı varmış. İsmi de “Bilge Dede” imiş.

Bilge Dede yüce bir dağın yamacında; rengârenk çiçeklerin, siyah ve kırmızı güllerin, şifalı ekinazyaların kokularına bürünmüş hoş bir bahçe içinde kendisinin yaptığı söylenen bembeyaz evde yaşarmış. Bahçesinin içinden akan şirin bir dere, dere kenarında gelincikler, karanfiller, kır çiçekleri, ekinazyalar, güller renk harmanı gibi karşılarmış geleni. Güllere konan kuşlar, bülbüller, derenin şırıltısı Bilge Dede’ye geleni hemen büyülermiş zaten.

Bilge Dede’nin evine gelen her konuk, istediği kadar burada kalabilir ve her istediğini sorabilirmiş Bilge Dede’ye. Bilge Dede’nin en önemli özelliği hiç kimseye hiç bir soru sormamasıymış. Zaten kapısının üstünde de şu cümle yazılı imiş: “Burada herkesin sorusuna cevap verilir, hiç kimseye hiçbir soru sorulmaz…”

Bilge Dede’nin inanılmaz bir huyu da kimseden hiç bir şey kabul etmemesi, istememesi ve beklememesi imiş. Herkesin hayran olduğu bir paylaşımcıymış Bilge Dede; her gelen konuğuna bir şeyler ikram eder, sofrası hep açık olur,  özellikle çocukları hem çok sever hem de çok sevindirirmiş…

Bilge Dede çok okurmuş; geçmişte çok gezdiği de söylenirmiş. Görmediği yer yok diye herkes birbirine anlatırmış hep. Konukseverliğini, sohbetini ve pozitif enerjisini paylaşan insan sayısı öyle çokmuş ki Bilge Dede’nin ünü bütün ülkede, hatta civar ülkelerde de duyulmuş.

Yaşlı, genç, kadın, erkek, fakir, zengin herkes başı sıkıştığında Bilge Dede’ye koşarmış. O da herkesi büyük bir sabırla dinler, biraz düşünür sonra da fikirlerini söylermiş. Sesi öylesine yumuşakmış ve öylesine işlermiş ki insanın içine; herkes karşısında adeta erirmiş Bilge Dede’nin.

İnsanın gözlerinin içine bakarmış konuşurken. Kapkara gözlerinin içine alarak yıkayıp arındırırmış insanı adeta. Gözlerinde eritirmiş baktıklarının varlığını. Sonra yine gözleri ile tebessüm eder ve yine gözleri ile konuşurmuş sanki tane tane… Konuklarına yaşanmış öyküler anlatırmış Bilge Dede, örnekler verirmiş yaşanmışlıklardan…

Günün birinde uzak ülkelerin birinden bir genç kız çıkagelmiş Bilge Dede’ye. Güzel mi güzel, tatlı mı tatlı bir kızmış. Başak sarısı saçları varmış, bal gibi gözleri… Bilge Dede’nin bu tatlı konuğu, birkaç gün kalmasına rağmen bir türlü anlatamamış anlatmak istediklerini ve soramamış Bilge Dede’ye soracaklarını…

Bilge Dede ise hiçbir konuğuna soru sormadığı için “Bi derdin mi var kızım, sormak istediğini neden sormuyorsun?” demezmiş… Günler geçmiş, güzel ve tatlı kız evin kızı gibi olmuş adeta; gelenlere hizmet etmeye, evi temizlemeye başlamış. Konuklar da kıza çok ısınmışlar. Hatta zamanla aralarında “Allah herhalde Bilge Dede’ye bir melek yolladı gökyüzünden.” diye yorumlamaya başlamışlar…

Bilge Dede’nin evi daha da şenlenmiş sanki bu konukla. Bu, Bilge Dede’yi daha da mutlu etmiş. Günler geçtikçe birbirlerini daha çok sever olmuşlar. Tatlı kız da soru sormadan Bilge Dede’den hayat dersleri alıyormuş sanki. Onun, konuklarına verdiği örnekleri can kulağı ile dinliyor, sohbetlerini not ediyormuş akıl ve duygu defterine her gün…

Bilge Dede bu konuğuna kendince bir isim bulmuş ve ona “Bundan sonra senin adın Mucize olsun!” demiş. Çünkü herkesler de böyle olduğuna inanıyormuş zaten. Tatlı konuk kızın adı artık Mucize olmuş…

Bilge Dede, adını koyduktan sonra Mucize’ye her gün bir hayat dersi vermeye başlamış yine ona hiçbir şey sormadan… İlk günkü nasihati şu olmuş Bilge Dede’nin Mucize kıza:

“Ömrünü yaşadığın an bileceksin kızım…
O anı da bir ömür gibi anlamlı, mutlu ve bereketli yaşayacaksın.”

Sonra, Mucize kızın tatlı gözleriyle Bilge Dede’nin kapkara gözlerine bakıp bu dersi biraz daha ayrıntılandırmasını beklediğini hissedince devam etmiş:

“Sevgini, mutluluklarını, yüreğinin sıcaklığını ertelemeyeceksin kızım… O yaşadığın an, senin ömründür. Bir an sonrası olmayabilir yaşamında! Eğer yaşamazsan o an hissettiklerini, sonra bunun için pişmanlık duyabilir ve ‘bilseydim ertelemezdim yaşamak istediğimi’ dersin…”

Mucize kızın gözleri bulutlanmış, çok ötelere gitmiş bakışları… Sanki geçmişte birilerini arıyormuş. Tutamadığı ellerini, can gözüyle bakamadığı gözlerini, dokunamadığı tenini, yüreğinin tamamını veremediği sıcak yüreğini arıyormuş birisinin…

Bilge Dede tüm olup bitenleri biliyormuş gibi hissederek devam etmiş sözlerine:

Bir gün kelimesi dağarcığında; bugünbu anhemen kelimelerinin yerini almamalı kızım. Bir şey, eğer görmeye, duymaya, yapmaya ve paylaşmaya değerse onu şimdi görmeli, şu anda duymalı, hemen yapmalı ve hak ettiğine inandığınla her şeye rağmen paylaşmalısınMucizem…” 

Bilge Dede, gökyüzü gibi gözlerinden yağmur damlaları gibi yaşlar dökülmeye başlayan Mucize’nin başını dizlerine yatırmış. Saçlarını okşamış. Şefkatle silmiş gözyaşlarını ve ilk günkü yaşam dersini şu inci gibi kıymetli sözleri ile noktalamış:

“Hiçbir şeyi erteleme ve başka bir gün için saklama kızım; çünkü yaşadığın her gün özeldir ve hayat sana verilmiş en güzel armağandır.Sakladığın ve o anda özel bildiğin şeyi yaşamazsan sonra özelliğini yitirebilir ve dönüp o günkü güzelliği ile yaşama fırsatı bulamayabilirsin. Eğer mutlaka bir mucize arıyorsan bu sensin; mucize senin içindedir. Başka yerde ve başkalarında arama güzel kızım; her sorunun cevabı yine sendedir…”

Mucize kız, Bilge Dedesine sarılmış ağlayarak… Dakikalarca öylece kalmışlar. Birbirlerinin nefesini hissedip bakışlarında huzur bulmuşlar. Mucize kız, Bilge Dede’nin yanaklarından öpmüş, gözlerinden ve ellerinden… İkisi de mutluluğun doruklarındaymış o an.

Bilge Dede’nin beyninden, yüreğinden, ellerinden, gözlerinden Mucize kızın ruhuna, yüreğine, beynine, ellerine, gözlerine akmaya devam etmiş bu mutluluk ve huzur. O günden sonra da bu güzellikle devam etmiş Bilge Dede ile Mucize kızın hayat dersleri sonsuza kadar…

Mucize kız artık “ömrünü yaşadığı an biliyormuş” ve hiçbir şeyini “bir gün” diyerek saklamıyor, yaşadığı her günü özel bir gün olarak algılayıp hak ettiğine inandıkları ile paylaşarak mutluluğun tadını çıkarıyormuş.

Bizim bu masalımız da burada sona ermiş. Her masaldan sonra beklediğimiz üç elma gökten yine düşmüş başımıza.

Biri Bilge Dede’ye… Birisi Mucizelere… Üçüncüsü de BİZ’e…