Bütün hayatımız boyunca bizim kendimiz için yazdığımız ve yine kendimiz için oynadığımız roller kısıtlı. Daha çok “yaratılış” gereği üstlendiğimiz roller bunlar ama bu rolleri oynamamızla alakalı zaman, mekân ve müdahil insan faktörü biçimlendiriyor hayatımızı. En önemlisi de biz ebeveynlerin bu roller üzerindeki etkileri, katkıları, müdahaleleri, ekleme veya çıkarmaları değiştiriyor benliğimizi.

Çocukluktan hatta bebeklikten başlayabiliriz bu roller üzerinde durmaya. Kız bebek – erkek bebek olarak doğuyoruz ve hızla kız çocuğu ya da erkek çocuk oluyoruz. Bkavramlara dair rollerin kostümleri hemen giydiriliyor bize, bedenimize, aklımıza, ruhumuza. Bu rollerin sıkı ilişki içerisinde olduğu diğer roller istesek de istemesek de giriyor hayatımıza; Anne, Baba, Kardeş, Abi veya Abla, Kuzen… Liste uzayarak devam ediyor; Dede, Anneanne, Babaanne, Hala, Teyze, Amca, Dayı… Bakıcı, Öğretmen, Arkadaş ve daha pek çok karakter ve bunların oynadıkları, merkezinde bizim olduğumuz, en çok bizim etkilendiğimiz roller. Sonra büyüdükçe biz de bunlardan biri veya birkaçı olarak aynı unvanlarla bu rolleri oynamak durumunda oluyoruz.

Yaşama dair yadsınamaz bir gerçek bu aslında. Buraya kadar yapabileceğimiz ya da değiştirebileceğimiz herhangi bir şey de yok gibi değil mi? Tıpkı doğar doğmaz bize konulan isimler ve hemen omuzlarımıza yüklenen sorumluluklar gibi! Roller her birimizin kimliği oluyor zamanla. Filtrelerimiz rollerimizle gelişip büyüyor. Ajandalarımız rollerimizin gündemleri ile dolu. Nur topu gibi şemalarımız, kalıplarımız oluşuyor ve bizimle birlikte büyüyor hayatımızda. 

Buraya kadar çok farklı veya bilinmeyen bir şey söylemedik değil mi? Aslında bundan sonra söyleyeceklerimizin daha iyi anlaşılması için hayatımızdaki bazı gerçeklerden bahsettik sadece.

Şimdi gelelim toplum, aile, evlilik, maç, trafik, siyaset, iş dünyası ve daha pek çok alanda ilişkiler bağlamında yaşanan sorunların temelinde yatan asıl konuya. Bana göre bütün bu alanlardaki “insan ilişkileri sorunlarının” temelinde de “roller” var. Bu rollerin algılanmasının, benimsenmesinin, doğru ya da yanlış bir şekilde içselleştirilmesinin, dayatılmasının etkisi var.

Hepimiz her aşamada “bencilce” birbirimizden rol çalıyoruz aslında. Bilerek ya da bilmeyerek. Sevdiğimizi sanarak. Koruduğumuzu zannederek yapıyoruz bunu. Daha çok da sevdiğimiz, kendileri için saçımızı süpürge ettiğimiz çocuklarımız adına yapıyoruz bu rol çalmaları. Eşimiz, sevgilimiz, en yakın arkadaşımız adına yapıyoruz. Herkesin her rolü ancak ben en iyi oynarım telaşı… Öz benliğimizin başarı ile oynayabileceği hayata dair rolleri bir türlü oynayamamamız ya da bu konudaki engellerimiz hep bu rol çalmaların eseri oysa.

Çocuk çocukluğunu, genç kız genç kızlığını, delikanlı delikanlılığını, öğrenci öğrenciliğini, öğretmen öğretmenliğini, gelin gelinliğini, anne anneliğini, kaynana kaynanalığını yapamayınca ya da sınırlarını aşınca roller birbirine karışıyor. Kaynana, gelinlik; gelin, kaynanalık yapmaya başlıyor. Anne hem bebek hem çocuk hem anne hem baba hem öğretmen hem her şey olmaya çalışınca hiçbir şey olamıyor. Baba mı? Zavallı babalar bütün bu karmaşa içerisinde kendilerini nereye koyacaklarını şaşırmış durumda. Sevgili mi, koca mı, erkek mi, baba mı, evlat mı? Yoksa hepsi birden mi?

Çocukları için saçlarını süpürge eden anneler ne yazık ki sadece çocuklarının yaşadığı ortamları biraz süpürebiliyor. Ancak “anne” ya da “baba” rolünün gerektirdiklerini yapma konusunda ortada herhangi bir başarı görülmüyor. Çünkü ebeveynler bir türlü çocuk rolünü çocuklarına bırakmıyor. Çocuklarının hikâyelerini ısrarla kendileri yazmaya, kendi hikâyelerini de çocuklarına yazdırmaya gayret eden acayip roller çıkıyor ortaya.

Kızının ya da oğlunun seçeceği mesleği belirlemekten, bırakın belirlemeyi bu konuda ısrar ederek baskı kurmaktan tutun da kızının veya oğlunun kiminle evleneceğine, nerede yaşayacağına, çocuklarına koyacakları isimlere kadar her şeylerine karışan ebeveynler düşünün! Rollerini gözünüzün önüne getirin. Kaosu tahmin edebilirsiniz. Ya da bırakın tahmini eminim siz de benzer kaosları yaşamış veya yaşanılmasına sebep olmuşsunuzdur. 

Sadece ailede değil elbette. Hayatın her aşamasında, her ortamda bu rol çalma, rol karmaşası hâkimiyetini sürdürüyor. Hakem hakemliğini, hekim hekimliğini, hâkim hâkimliğini yapamıyor. Roller karmakarışık. En avam vatandaş bile hâkim olup yargılayabiliyor, hakem olup “penaltıya” hükmedebiliyor. Hekim olup önüne gelene reçete yazabiliyor.

Hepimizin en mükemmel yaptığı şey de Suflörlük” tabii ki! Bütün rollerin tekstleri elimizde, aklımızda ya; adeta benliğimize nakşetmişiz. Her fırsatta hemen kafamızı uzatıp her role müdahale ederek sufle vermek, hatta dayatmak aşk ve iştiyakımızı bir düşünün! Bunu çoğu zaman bütün rolleri birbirine karıştırarak yapıyoruz. Sahnede rolünü oynamak için çaba sarf edenlere asıl söylemesi, yapması gerekeni unutturanın, onu şaşırtanın biz olduğumuzu fark etmeden hem de.

Sonuç mu?

Sahnede sayısız insan ve sayısız rol var ama kimin ne çalıp ne oynadığı belli değil! Kimse rolünden, rolünü oynama biçiminden, sahneden ve seyirciden memnun değil. Doğal olarak kimse mutlu ve huzurlu değil.

Çözüm mü?

Bütün bu rol karmaşası bitmeden, herkes kendi rolünü içselleştirip bizzat kendisi oynamadan, ebeveynler çocuklarının “kendi rollerini” oynamaları hususunda üzerlerine düşeni yapmadan, çocuklar, gençler “kendilerinin” farkına varmadan bu karmaşa bitmez. Hele bizim gibi ülkelerde ve toplumlarda hiç bitmez.

Bu gerçeğin ışığında yola çıkarak her bireyin konumu, yaşı, ilişki düzeyi, sorumluluğu, duruşu ne olursa olsun “insan” olarak “kendi rolü” yine “kendisi” tarafından içselleştirilip oynanmaya başlanırsa çözüm adına en önemli adım atılmış olur.

Bunu yaparken içimizdeki suflörlük sabotajcısına da çok dikkat etmemiz gerektiğini unutmayalım lütfen!

İLGİLİ YAZILAR...