İşte Osman Güzelgöz'ün Ramazan Bayramı ile ilgili yazı ve videosu...

Erzurumlu Alvar İmamı Muhammed Lütfi Efendi (Alvarlı Efe Hazretleri) bayramı anlatan dizelerinde bizi bambaşka bir iklime götürür ve adeta duygularımızı, inançlarımızı, aklımızı ve ruhumuzu kendi yüreğinde yoğurur:

Cân bula cânanını
Bayrâm o bayrâm ola

Kul bula Sultânını
Bayrâm o bayrâm ola…

Hüzn ü keder def’ ola
Dilde hicâb ref’ ola
Cümle günâh af ola
Bayrâm o bayrâm ola…

Bu Ramazan Bayramı da geçen yıl olduğu gibi oldukça farklı, buruk ve hepimiz için hüzünlü bir bayram. Çünkü alışkın olduğumuz şekilde coşkuyla, sevinçle, sürurla, mutlulukla sarıp sarmalanarak yaşayamıyoruz bayramımızı. İstediğimiz gibi bayramlaşamıyoruz ailemizle, sevdiklerimizle, yakınlarımızla, komşularımızla… Sarılamıyoruz gönülden, pozitif enerjilerimizi yansıtarak birbirimize.

Biliyorsunuz; sağlığımızı, dolayısıyla da hayatımızı yakından ilgilendiren zorunluluklar sebep oldu buna. Bu bayramda da evde olmamız, evde kalmamız ve hayatın gerçeklerini evimize sığdırmamız gerekiyordu. Aylardır her türlü olumsuzluğunu yaşadığımız küresel salgın (Korona Pandemisi) pek çok alışkanlığımızı, duygumuzu; zihinsel şemalarımızı, bilinçaltı kalıplarımızı önemli ölçüde etkilediği gibi bayramımızı da her anlamda etkiledi. Etkilemeye de devam ediyor maalesef!

Sevinçlerimizin, paylaşarak çoğalttığımız mutluluklarımızın, insani diyaloglarımızın, selamlaşmalarımızın, yakınlıklarımızın, kendimizi idrak ve ifade edişlerimizin, kültür ve inancımızın gereklerini bilerek ve isteyerek yerine getirişimizin şekli, zamanı, rengi ve ahengi değişti.

Bu bayram sabahı da erkenden camilere koşup huşu içerisinde bayram namazımızı kılamayacağız belki. İnsanlarla samimi ve içten bir sarılma ile bayramlaşamayacağız. Namaz sonrası kabristanlara giderek geçmişlerimize kabirleri başında Fatihalar, Yasinler okuyamayacağız. Yolunu gözlediklerimiz bize gelemeyecek. Yolumuzu gözleyenlere biz gidemeyeceğiz. Çocuklara şeker, lokum ve bayram harçlığı verip bayram sevinci yaşatamayacağız coşkularını çoğaltarak. Gözlerinin içine bakıp başlarını şefkatle okşayarak “Daima bu günleri göresiniz…” diyemeyeceğiz sanırım.   

Urfalı Cemil Cankat’ın plağa okuduğu meşhur “Geceler Yârim Oldu” türküsünde sanki bu şekilde geçireceğimiz bayram anlatılıyor, yürekleri yakan nağmelerle:

Bayram Gelmiş Neyime (Aman Aman Garibem)
Kan Damlar Yüreğime (Anam Anam Garibem)
Yaralarım Sızlıyor (Aman Aman Garibem)
Doktor Benim Neyime (Anam Anam Garibem)…

Maksadım yaralarınızı deşmek, burukluğunuzu artırmak, hüznünüzü çoğaltmak, “bunalım takılmak” değil elbette. Bu bayramın empatisini gerçekten kurabilmek, hem kendimizin hem de bayramı farklı hissedenlerin duygularını anlayabilmek için yazdım bütün bunları. Bir nevi “duygudaşlık” bu işte.

Empatinin sözlük anlamı duygudaşlık, yani insanların duygularına yol arkadaşlığı yapabilmek zaten.

Bizim sürekli “zannettiğimiz” ve sempati ile yaptığımız gibi birilerinin yerine ya da birileriyle birlikte ağlamak, dövünmek, hüzünlenmek, acımak değil empati. Bir başkasının duygularını, düşüncelerini, istek ve beklentilerini fark edebilmek, anlayabilmek, hissedebilmektir gerçek empati, asıl duygudaşlık…

Mesela; şehitlerimizin yakınları (anneleri, babaları, aileleri, kardeşleri, yavukluları, eşleri, çocukları) neler hissediyor acaba bu bayramda ve aslında her bayramda? Onlar nasıl bir bayram yaşıyor ve paylaşıyor? Bizler belki geçmişlerimizin kabrine gidemeyeceğiz. Onlar ise geleceklerinin mezarına bile gidemiyorlar bu bayramda.

Mesela; garip, yetim, yoksul, yoksun; gözü yolda, kulağı seste olan anneler, babalar, çocuklar, kardeşler, eşler, dostlar hangi duygu durumu ile bayramı idrak ediyor ve yaşıyor? Yetiştirme yurtlarında, huzurevlerinde bulunan kimsesizlerimizin ya da var olan kimsesi de gelemeyenlerimizin burukluğunu düşünürsek nasıl bir fırtınaya yakalanırız sizce?

Mesela; hastalar, hastanelerde şifa ve şefkat bekleyenlerimiz… Hastalarına gidemeyenlerimiz…

Mesela; özel durumu, engeli veya hastalığı olan çocuklarımız. Bu çocukların anneleri, ebeveynleri, aileleri…

Mesela; torunlarına, çocuklarına hasret anneler, babalar, anneanneler, babaanneler, büyükbabalar, dedeler…

Mesela; bu bayramı (belki de pek çok bayramı) vazife başında geçirenlerimiz… Bizim sağlığımız için, hastalıktan ve salgından kurtulmamıza vesile olabilmek için aylardır fedakârca kahramanlık yapan hekim ve hemşirelerimiz başta olmak üzere bütün sağlık personelimiz… Onlara destek olan eczacılarımız…

Mesela; bizim daha huzurlu olabilmemiz ve kendimizi güvende hissedebilmemiz adına her bayram olduğu gibi bu bayram da görevi başında olan polisimiz, askerimiz, jandarmamız… Hizmetlerin aksamaması ve sıkıntı yaşanmaması için gayret gösteren belediye çalışanlarımız, itfaiyecilerimiz, kamu personelimiz, özel sektör çalışanlarımız… Market, fırın, su, kargo gibi temel ihtiyaçlarımız için her türlü riske rağmen yoğun şekilde çalışanlarımız…

Mesela; öğrencilerinden ayrı kalmış, hayatlarını adadıkları eğitim hizmetlerini okul ve sınıflarındaki doğal ortamında yapamayan sevgili öğretmenlerimiz…

Mesela; aylardır evlerine ekmek götüremeyecek durumda olanlarımız… İşsiz olanlarımıza eklenen “işsiz kalanlarımız”… Mekânlarının açılmasını, işlerine ve müşterilerine kavuşmayı gerçek bayram sevinçleri gibi hissederek yaşamayı bekleyenlerimiz; aylardır kapalı olan hizmet işletmelerinin emekçileri işletmecilerimiz ve çalışanlarımız…

Bu “mesela”ları siz daha da artırabilir, duygudaşlık yapmak istediklerinizi istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. Mesele, bu bayramın gerçek empatisini kurabilmek… Kendimize ve duygu durumu farklı olanlara duygudaşlık yapabilmek aslolan.

Bunu yapınca, bu bayramın empatisi ile kendi bayramımızı farklı bir biçimde değerlendirmiş oluruz belki de. Kendimizden başlayarak bayramla ilgili duygularını anlamaya çalışacağımız herkese şu koçluk sorularını soralım isterseniz:

Bu bayram ile ilgili neler hissediyorsun?

Bayramı böyle yaşamak ve paylaşmak sana neler hissettiriyor?

Bu bayramda kendini nasıl hissediyorsun?

Bu bayramın empatisini böyle kurabildiğinde kendini nasıl hissediyorsun?

Bir bayram, böyle bir bayram yazısında mutlaka yer alması gereken bir türküyü unuttuğumu sanıyorsanız; unutmadım. Sadece sona bıraktım Aşık Davut Sulari’nin sözlerini:

Bugün bayram günü derler âlem eğlenir

Sen bizim yaylaya gel başın için
Dertliler oturmuş derdin söyleşir
Etme intizarı gül başın için…

Hayran oldum baka kaldım yüzüne
Sürme değil rastık çekmiş gözüne
Hıçkırarak başım koysam dizine
Saçım okşa gönlüm al başın için…

Can bula cananını

Bayram o bayram ola, diyerek başladığımız bu bayram empatisi yazımızı gelin biz yine de sevinçle, huzurla, mutlulukla ve Neşet Ertaş’ın dizeleri ile bitirelim:

Kızılırmak can incitme sen bugün
Mübarek günlerde sel bayram eder
Kitabın kavlince dağlar al geymiş
Karışmış çiçeğe çöl bayram eder…

Her şeye rağmen, her şeye değer bulduklarımızın hatırı için;

Bayramınız kutlu,
Gönlünüz hep umutlu,
Yaşamınız bütün sevdiklerinizle birlikte sağlıklı, huzurlu ve mutlu olsun!