Yıllar önce bir hekimin odasındaki panoda görmüştüm beni çok etkileyen şu sözü:

“Dayanılması en kolay acı, başkalarının çektiği acıdır.”

O zaman bu sözü okuduğumda düşünüp sorduğum soruyu bütün hayatım boyunca hep düşünüp soruyorum kendi kendime:

“Allah’ım biz kime başkasıyız?

Kimler bize başkası?”

Çevremizde olup bitenlere; çeşitli ıstırap, sıkıntı, dert, hastalık ve ölümlere; hayatımızdan, kendi gökyüzümüzden birer yıldız gibi kayıp gidenlere bazen çok kolay bir şekilde başkası oluveriyoruz. Hem nasıl olmayalım ki kendimize bile bu kadar başkası olmuşken!

Kendimizden bile habersiz yaşayıp bazı hastalıkların bize bulaşmamış olmasını şans sayıyoruz. Böyle olunca şanssız saydıklarımızdan nasıl haberimiz olsun ki!

Asıl mesele bize dokunmayan yılanın bin yaşaması”değil, bu ve benzeri pek çok yılanı bizzat koynumuzda barındırmamız değil mi? Kendimizin, zihnimizdekilerin, bilinçaltımızdaki kodlanmışlıkların, kalıpların; bunların yönettiği reflekslerimizin, tepki ya da tepkisizliklerimizin yani koynumuzdakilerin farkında olamadığımız için biz, bize başkası oluyoruz çoğu kez. Bu da yetmezmiş gibi bize başkası oluverenleri de hayretle karşılıyor ve yadırgıyoruz.

Bütün sızlanmalarımızın, mızmızlıklarımızın; hayata ve kendimize karşı sürekli mazeret ve bahaneler üretmemizin asıl sebeplerinden birisi de bu bence; kendimize başkası olmak… Yırladığımız nice türkü bile hep bunun eseri:

Ocakta duman tüter

Çektiğim acı yeter

Ellerin bir derdi var

Benimki daha beter!  (Malatyalı Fahri Kayahan)

Bütün bunları bana; son zamanlarda gördüklerim, yaşadıklarım, hissettiklerim, şahit olduklarım, üzüldüklerim; haberdar olduklarım, olamadıklarım, paylaştıklarım, paylaşamadıklarım, yaralarına merhem olamadıklarım, yarama merhem olamayanlar düşündürtmüş olabilir. Zira ben, kendime ve kendim kadar sevdiklerime asla başkası olmak istemem. Ya da bana benim kadar yakın bildiklerimin başkası olmasına tahammül edemediğim içindir belki de!

O çok sevdiğim saydığım, kıymet verdiğim hekim “Dayanılması en kolay acı, başkalarının çektiği acıdır.” sözünü hemen arkasındaki panoya en görünür şekilde koymuştu. Bunu yaparken odasına gelen her insana “Sakın ‘Başkasıdır,’ diyerek insanların acılarına başkası olmayın!” demek istemişti sanırım.

İlkokul 4. Sınıf öğretmenim Ali Bahçivan geçtiğimiz hafta vefat etti. Benim hayatımdaki önemli örnek insanlardan; hedeflerimin, çalışkanlığımın, aksiyonerliğimin öğretmenidir Ali Bahçivan. Benim için çok kıymetlidir. Ölümünü haber aldığımda çok üzüldüm. Pandemiden dolayı Urfa’ya gidememiş, görememiştim hastalığı süresince. Cenazesine de, taziyesine de gidemedim. Tam bunu düşünüp üzülürken 2 gün sonra Ali Bahçivan öğretmenimin eşi Fethiye Ablamız da vefat etti. Öz ablamız gibiydi gerçekten. Çok sever ve kıymetimizi bilirdi. Hakikatli kadındı. Ölümü ile kocasının hemen arkasından 2 gün sonra adeta O’nun yanına koşarak bunu bir kere daha gösterdi hepimize. Onun cenazesine, taziyesine de gidemedik.

Düşünsenize ailesinin, çocuklarının içinde bulundukları durumu; 3 gün içerisinde hem babalarını hem annelerini toprağa verdiler. Büyük oğulları Dr. Hasan Basri Bahçivan’ı aradım acılarını paylaşmak ve taziyelerimi bildirmek için. Durumun zorluğunu, acının büyüklüğünü, sabır göstermemiz gerektiğini kırık dökük ifade etmeye çalışırken Hasan Basri bana “başkası” kavramı ile ile ilgili öyle bir ders verdi ki hayatım boyunca unutmayacağım. Öylesine güzel bir tevekkülle karşılıyordu ki olup bitenleri şu sözleri ile adeta beni utandırdı:

“Acısı, acıları bizden daha büyük olanlar var Osman Amca! Allah onlara da sabır versin. Allah yardımcımız olsun, siz dua edin!”

Bu durumda bile acısı, acıları kendilerinden daha büyük olanlara başkası olmayacak kadar yüce gönüllüydü işte Dr. Hasan Basri Bahçivan.

Nasıl bir ders bu, değil mi?

Bir yanımız yangınlarda, bir yanımız yaprak dökerken bile diğer yanımız bahar bahçe olabiliyor işte bu güzelliklere şahit olunca. Bir yanımızda salgın, pandemi, hastalık, ölümler akıp giderken diğer yanımızda sevgilerimiz, tutkularımız, umutlarımız, coşkularımız filizlenebiliyor hemen.

Bir yanımızda kaygılarımız, endişelerimiz, sıkıntılarımız, keşkelerimiz dururken; bahar bahçe olan diğer yanımızda iyiliklerimiz, güzelliklerimiz çiçek açabiliyor. Yaprak döken bir yanımız isyanlarda iken; başkalarına asla başkası olmayan yanımız “Beterin beteri var, haline şükret dostum!” diyebilme tevekkülünü gösterebiliyor. Tam da bu sırada Ahmet Kaya (sözleri Hasan Hüseyin Korkmazgil’e ait) güzel şarkısı ile yetişiyor imdadıma:

…  Dostum dostum

    Güzel dostum

    Bu ne beter çizgidir bu

    Bu ne çıldırtan denge

    Yaprak döker bir yanımız

    Bir yanımız bahar bahçe…

Bütün mesele; kim olduğumuzu bilmek, durduğumuz yeri fark etmekle ilgili. Dünyaya, hayata, kendimize; çevremizde cereyan eden olaylara, akıp giden hadiselere, gelişmelere bakış açımızı, kim olduğumuzu bilmek, durduğumuz yeri fark etmek belirliyor aslında.

Gerçekten de kimiz biz? Neredeyiz? Neye, nereye, NASIL bakıyoruz? Kimi, neyi, neleri, NASIL görüyoruz? Tercihimiz kimden yana?

Siz de sık sık kendinize soruyor musunuz bunu:

“Allah’ım biz kime başkasıyız?

Kimler bize başkası?”

Son tahlilde benim yaptığım yapıp siz de Yunus gibi düşünerek Yunus’un sözleri ile bu metcezire en güzel noktayı koyabiliyor musunuz tevekülle:

Ne varlığa sevinirim

Ne yokluğa erinirim

Aşkın ile avunurum

Bana Seni gerek Seni…