HARP tarihi bize gösterir ki, sıcak veya soğuk türden olsun, koalisyon veya ittifak tipi savaşlar sonrasında ittifak içi güçlerin iştahlarını dengeleyen bir düşman kalmayabilir.

Elbette böyle bir durumda, ittifak üyeleri arasında fikir ve menfaat ayrılıklarını durduran bir engel de kalmaz.

Dolayısıyla bir savaşta birlikte olan taraflar, diğer bir savaşta karşı karşıya gelebilirler.

İttifaklar, uluslararası sistemde, içinde bulunulan format yahut konseptin yansıması olarak belirirler.

Bu sebeple ittifakların yapıları, sistemin yapısından ayrı düşünülemez.

Sistemin yapısı değiştiğinde, ittifak yapısı da değişir.

Bugünkü plânda, uluslararası sistemin yapısının değiştiği gözlenmektedir.

Hem çift, hem de tek kutuplu sistem çökmüştür.

Hegemonyaya dayalı istikrar tezleri çürümüştür.

“Küresel iç savaş” şekliyle adlandırılan bu süreci Armagedon mitolojisine yönlendirilen apokaliptik söylemler takip eder olmuştur.

Bu çerçeveden bakıldığında, dünyanın geleceğinin Ortadoğu’dan şekilleneceği bir öngörü değil, gerçektir.

Stratejik analizler bütüncül olmak zorundadır.

Belirli birkaç tehdide, birkaç bölge ve aktöre odaklanmak bu yüzden yanlış neticeler elde edilmesine sebep olabilir.

Bölgeleri siyâsî sınırlarla kısıtlamak, bu plânda sadece zarara götürür.

Yazılı, görsel ve sosyal medyada yapılan YPG vurgusu, bilişsel körlüğe sebep olacak boyuttadır.

ABD ve ortaklarının YPG’ye personel başına ortalama iki ton silah sevk ettiği ve ABD yardımlarının toplamda yaklaşık 40 bin kişilik bir orduyu donatmaya bedel olduğu yönündeki ifadeler, tehdide karşı samimî bir dikkat çekme çabası olarak algınabilir -ki bu doğaldır-.

Ancak bazı medya organları ve sosyal medya aracılığıyla tekrarlanan program ve söylemler, “stratejileri gizleyen stratejiler” olarak birer perde hükmündedirler.

ABD, bu tür söylemler üzerinden kadrajı YPG’ye çevirirken, arka plânda gösterdiğinden fazlasını icra etmektedir.

Bu bir “Cambaza bak!” işidir!

Mesele, ABD’nin “YPG destekçisi olmak” pozisyonundan aktif üstleniciliğe evrilmesidir.

YPG ve diğer örgütsel ortaklar, aktif destek pozisyonundadırlar.

ABD, bir PKK paravanı olan SDG’ye destek için kurduğu 10 askerî üsse bizzat kendisi için yığınak yapmaktadır.

Bu lojistik operasyon, bir örgütün ordu hâline getirilmesi veya silahlandırılması boyutunu çoktan aşmıştır.

Yığınak işlemleri, Türk Hava Kuvvetleri’nin saldırılarından korunmak amacıyla “üs kurma” imajıyla yürütülmektedir.

Hâlbuki üs yapılanması, kuzeye yani ülkemize doğru kaydırılmaktadır.

Kayyara Askerî Üssü’ndeki mühimmatın çoğu Mahmur’da oluşturulan yeni üsse taşınmıştır.

Türkiye’ye karşı baskı ve güç kullanımı potansiyeli taşıyan bu kaydırmalar sadece güneyimizde değil, kuzeybatımızda da işlemektedir.

Romanya’daki bazı ABD üslerinin Bulgaristan sınırına kaydırıldığı, Bulgaristan’a girenlerinse Türkiye sınırına sevk edildiği iddiaları dikkat çekicidir.

Bulgaristan Savunma Bakanlığı, söz konusu sevkiyatla ilgili 120 ABD askerinin hâlihazırda üste yer aldığını, 80 tank ve yüzlerce silahlı aracın da ülkedeki askerî üsse ulaşacağını belirtmiştir.

Ülkemizin güneydeki tehdide karşı batıdan birlik kaydırması yaptığı göz önüne alındığında, söz konusu gelişmeler çok daha fazla önem kazanmaktadır.

Son dönemde ABD ve ortaklarının Ortadoğu politikaları, Türkiye’yi kendileri için zarar unsuru görmemek üzere geçici ve isteğe bağlı (ad-hoc) koalisyonlara yönlendirme üzerine kuruludur.

Geçici ve isteğe bağlı koalisyonların faaliyetleri, genellikle koalisyonu organize eden ülkenin sınırları dışında, tek bir plân üzerine kurulu olarak, uzun vadeli ancak dar kapsamlı şekilde düzenlenirler.

Türkiye’nin, işte bunun da ötesinde karşı denge mekanizmaları üretmeye son derece ihtiyacı vardır!

Türkiye, millet ve ümmet dinamiklerini harekete geçirmeli, dış kamuoyuna yönelik stratejik iletişimini artırmalıdır!

Çizdiğimiz askerî boyutun dışında meydana gelecek psiko-sosyal gelişmeler, ortaya çıkacak olayların nitelik belirleyicisi olacaktır.

Zira Türkiye’ye yönelik “zor kullanma” veya “işgal girişimi” gibi saldırıların meşruiyetini (hukuken zaten imkânsız) değil, doğrudan haklılığını konuşturacak bir algı oluşturmanın peşindeler.

Yönetim ile halkı birbirinden farklılaştırma gayretindeler.

Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın ve Hükûmetimizin sözde zorba olduğu ve illegalite üzere bir ülke idaresi gerçekleştirildiği imajı oluşturma gayreti unutulmamalıdır.

“Erdoğan’sız Türkiye”, onlar için silah kullanmadan gerçkelştirmek istedikleri eylemin en kolay yoludur.

Zira asıl zorbalar, masraf yapmaktan sonuna kadar çekinirler!

***

@mkulunk: “Köklerinden, hafızasından ve tecrübelerinden hiç kopmamış olan devlet ve millet aklı, bu topraklardaki en büyük sigortamızdır!”