Muhterem Kardeşlerim…

Dinimizi doğru olarak öğrenmek için Ehl-i Sünnet Âlimlerinin sözbirliği ile kabul ettikleri Fıkıh kitaplarını okumak gerekir. Ehl-i Sünnet Âlimi olan hakiki din adamlarının kabul ve tasdik etmediği kitaplardan ve sözlerden din bilgisi öğrenmeye kalkışmamalıdır! Her din kitabına yahut âlim görünen ve din adamı denilen herkesin sözüne veya kitabına uyarak ibadet yapmak caiz değildir. Ehl-i Sünnet olmayan din adamlarının kitaplarına ve sözlerine uymamalıdır! Muteber kitaplardan toplanmış, tercüme edilmiş İlmihali okumalıdır! Böyle tercüme edilmemiş, kafadan yazılmış ilmihal kitaplarını ve uydurma tefsirleri okumak insanı dünya ve ahiret felaketlerine sürükler. (İslam Ahlakı)

Efendim;

Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabı kelam, fıkıh ve ahlak bilgilerini içine alan çok kıymetli bir eserdir. İçindeki bilgilerin hepsi, muteber eserlerden derlenmiştir. Bu kitabı okuyan, dinimizin bütün hükümlerini öğrenir. Bu eseri herkes okuyup, çoluk çocuğuna da okutmalıdır. En güzel hediye, en güzel mirastır.

Kur’an-ı Kerim’in mânâsı

Anayasa kitabı Türkçe’dir. Hukukçu olmayanlar okursa, farklı görüşler meydana çıkar. Hukukçular arasında bile farklı anlayışlar, hukuki ictihadlar oluyor. Anayasa birçok konuda kanunlara havale eder. Kanunlar birçok hükmü tüzüklere, yönetmeliklere havale eder. Kanunu, tüzüğü, yönetmeliği bilmeden “Anayasaya göre bu iş şöyledir” demek çok yanlış olur. Dinimizde de Kur’an-ı Kerimden başka Hadis-i Şerifler var, İcma var, Kıyas-ı Fukaha var. Ancak bunları bilmekle Kur’an-ı Kerim anlaşılabilir, tercümesini okumakla anlaşılmaz.

Köylüye ait bir kanunu hükûmet, doğruca köylüye göndermez, çünkü köylü okuyabilse bile anlayamaz. Bu kanun önce Valilere gönderilir. Valiler iyi anlayıp, açıklamasını ekleyerek Kaymakamlara, bunlar da daha açıklayarak Muhtarlara anlatır. Muhtar da ancak köylü diliyle köylüye söyler. İşte Kur’an-ı Kerim de, Ahkâm-ı İlahiye’dir. Kanun-i Rabbânî’dir. Allahü Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de kullarına saadet yolunu göstermiş ve kendi kelamını insanların en yükseğine göndermiştir. Kur’an-ı Kerim’in manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlar. Başka kimse tam anlayamaz. Eshab-ı Kiram, ana dilleri olarak Arapça bildikleri, edip ve beliğ oldukları hâlde bazı Âyetleri anlayamaz, bunların mânâsını Resulullah’a sorarlardı. Hatta Cebrail aleyhisselam bile, Kur’an-ı Kerim’in mânâsını, esrarını, Resulullah’a sorardı. (S. Ebediyye)

İmam-ı Gazâlî hazretleri de buyuruyor ki:

Kur’an-ı Kerim Allahü Teâlâ’nın kelamıdır. Ağızdan çıkan harfler, ateş demeye benzer. Ateş demek kolay, fakat ateşe kimse dayanamaz. Bu harflerin mânâları da böyledir. Bu harfler, başka harflere benzemez, mânâları meydana çıksa, yedi kat yer, yedi kat gök dayanamaz. Allahü Teâlâ kendi sözünün büyüklüğünü, güzelliğini bu harflerin içine saklayarak insanlara göndermiştir. Kur’an-ı Kerim’i okumadan önce, bunu söyleyen Allahü Teâlâ’nın büyüklüğünü anlamalı, kimin sözü olduğunu düşünmeli. Kur’an-ı Kerim’e dokunmak için, temiz el gerektiği gibi, onu okumak için de, temiz kalb gerekir. (Kimya-yı Saadet)

Anlamadan da olsa Kur’an-ı Kerim’i okumak çok sevabdır ve ibadettir. İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri, Allahü Teâlâ’nın, “Anlayarak da anlamayarak da Kur’an-ı Kerim okuyan, benim rızama kavuşur” buyurduğunu bildirmiştir. (İhya)

Kur'an-ı Kerimdeki ilimler

Tefsir kitaplarında, Âyetlerin bütün mânâları bildirilmiyor. Bütün tefsirler, Kur'an-ı Kerim’deki ilimlerden çok azını bildirmektedir. Kıyamet günü, Muhammed aleyhisselam minbere çıkıp Kur'an-ı Kerim okuyunca, dinleyenler bütün ilimlerini anlayacaklardır. (H.L.O. İman)

Meallerden din öğrenilmez, yanlış anlamalara sebep olur. 72 sapık fırka, Kur'an-ı Kerimi yanlış anladıkları için sapıtmışlardır. Onun için mezhebimizin Âlimlerinin bildirdiği bilgileri esas almalıdır. Allahü Teâlâ kimseyi saptırmaz ve sapıklıkta bırakmaz. Hâşâ öyle olsa, âhirette, o kişi, “Yâ Rabbî, beni saptıran sensin, beni niye sapık diye suçluyorsun” demez mi? Bu, kaza kader meselesidir. İnsanlara İrade-i Cüz’iyye vermiştir. Herkes kendi arzusuyla sevab veya günah işler. İşlediğimiz günahları Allah'a yüklemek yanlış olur. Dinimizi, nakli esas alan İlmihal kitaplarından öğrenmeliyiz.

Hazreti Katade, “Kur’anı açıklamak bize aittir” ifadesinin, “Onun muhtevasındaki helâlleri ve haramları açıklamak bize aittir” demek olduğunu bildirdi. Ayrıca, “Kur’an-ı Kerimde yer alan vaatleri ve tehditleri açıklayıp, gerçekleştirmek bize aittir” anlamına geldiği ve Resulullah’a hitaben, “Senin dilinle açıklamak, bize aittir” demek olduğu bildirilmiştir. (Kurtubî tefsiri)

Resulullah’ın ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ beyan etmesi, onun diliyle Kur’anın açıklanması demektir. “Kur’anı insanlara beyan edesin diye sana indirdik” mealindeki Âyette geçen beyan etmek, Âyetleri, başka kelimelerle ve başka sûretle anlatmak demektir. Âlimler de, Âyetleri beyan edebilselerdi, kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı Kerim’den hüküm çıkarabilselerdi, Allahü Teâlâ Peygamberine ‘sallallahü aleyhi ve sellem’, “Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et” derdi. Ayrıca beyan etmesini emretmezdi. (Huccetullahi Alel-Âlemîn)

İmam-ı Kurtubî hazretleri de buyuruyor ki: Resulullah’ın beyanı iki türlüdür:

a) Kitapta mücmel [özet, kısa, kapalı] olarak gelen ifadeleri açıklamaktır. Beş vakit namaz, vakitleri, secdeleri, rükûları, bozanları, mekruhları ve diğer hükümleri; zekâtın miktarı, vakti, hangi mallardan alınacağı; Haccın nasıl yapılacağı gibi hususların açıklamasını Resulullah ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ yapmıştır.

İki Hadis-i Şerif şöyledir:

“Haccın nasıl yapılacağını benden öğrenin!” [Müslim, Ebu Davud]

“Namazı benim kıldığım gibi kılın!” [Buharî]

b) Resulullah'ın ikinci beyan şekli, Allah’ın kitabının hükmünden başka hüküm ortaya koymaktır. Bir kadının halası ve teyzesiyle birlikte nikâhlanmasının haram kılınması, evcil eşeklerin ve parçalayıcı azı dişi olan yırtıcı hayvanların yenmesinin haram kılınması gibi hükümler buna örnektir. (Cami-ul-Ahkâm)

Kur'an-ı Kerim’in birçok yerinde “Resulüme uyun” buyuruluyor. “Yalnız Kur'an” diyenler samimi olsaydı, Allah'ın emrine uyup Resulünün emirlerini de esas alırlar, “Yalnız Kur'an” demezlerdi.

Resulullah Efendimiz, Allahü Teâlâ’nın “Resulüme uyan, bana uymuş olur” emrine uyarak, Âyet-i Kerimeleri açıklamış, Kur'an-ı Kerimde bulamadığımız binlerce hüküm bildirmiştir.

Peygamber Efendimiz, hâşâ Allahü Teâlâ’nın emrine aykırı iş yapmaz. “Yapar” denirse, bu, Allah'ı suçlamak olur. Allahü Teâlâ’ya itaat etmeyen Peygamber olur mu? Hâşâ Resulü yanlış iş yapar da, Allahü Teâlâ düzeltmez mi?

Resulü de, Allahü Teâlâ’nın bildirdiğini bildireceği için “Resulüme uyun” buyuruyor.

Elbette Kur’an-ı Kerim’i anlayamadıkları için sual ettiler. Anlayabilselerdi niye soracaklardı ki?

Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:

Resulullah Efendimiz ‘sallallahü aleyhi ve sellem’, herkese istidadına göre, Kur'an-ı Kerim’in manevî sırlarını açıklardı. [(Buharî)deki]

Hadis-i Şerifte, “Herkese aklına, anlayışına göre söyleyin, [dinin hükmünü] inkâr ettirecek şekilde söylemeyin ki, Allah’ı ve Resulünü yalanlamasınlar” buyuruldu.

Bir gün Peygamber Efendimiz, Hazreti Ebu Bekir’e ‘radıyallahü anh’, Kur'an-ı Kerim’in ince marifetlerini onun seviyesine göre anlatıyordu.

Yanlarına Hazreti Ömer ‘radıyallahü anh’ gelince, konuşma üslubunu ve bildirdiği sırları onun da anlayacağı şekilde değiştirdi.

Sonra Hazreti Osman ‘radıyallahü anh’ ve daha sonra da Hazreti Ali ‘radıyallahü anh’ geldi. Konuşmasını hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi. Her defasında değişik şekilde anlatması, oraya gelen zatların yaratılış ve istidatlarının farklı oluşlarındandı. (Mektubat-ı Masumiyye 1/59)

Hadis-i Şeriflerde, “Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer Peygamber olurdu”, “Osman’ın şefaatiyle, cehennemlik yetmiş bin kişi, sorgusuz Cennete girecek” ve “Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır” buyuruldu.

Her üçü de, bu derece üstün olduğu ve Arapçayı çok iyi bildiği hâlde, Kur'an-ı Kerim’i değil, tefsirini bile anlayamadılar. Çünkü Resulullah ‘sallallahü aleyhi ve sellem’, herkesin seviyesine göre konuşurdu.

Eshab-ı Kiram’ın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Hazreti Ali "radıyallahü anh" gibi ilim deryası büyük bir zatın anlayamadığı tefsiri günümüzün mezhepsizleri nasıl anlayacak ki? O hâlde, Resulullah Efendimizin açıkladığından farklı bir şekilde Kur'ana mânâ vermek yanlıştır.

Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)