Muhterem Kardeşlerim…

Bir hadis-i şerifte, Allahü Teâlâ’nın, yaptığımız işi en güzel şekilde yapmamızı emrettiği bildiriliyor. 

En güzel demek, ilme yani şartlarına uygun ve ihlasla yapmak demektir. Eğer o iş ilimsiz ve ihlassız ise güzel olması imkansızdır. İhlas, yalnız Allah rızası için yapmak demektir. Bir kimsede ilim veya ihlastan biri yoksa yapılan iş kıymetsizdir.

Efendim;

İlimsiz fakat ihlaslı işe, Hazreti Mevlana şu örneği verir:

Ormanda bir ayının ayağı, kütük arasına sıkışır, kurtaramaz. Biri bunu görüp, ayının ayağını kütüğün arasından çıkarır. Ayı da kendisine iyilik eden bu adama, ormandaki arıların yaptığı petekleri alıp getirir. Adam balı yiyince orada uyumaya başlar. Fakat sinekler, adamın yüzüne konarak rahatsız eder. Ayı ise, adam rahat uyusun diye sinekleri kovmaya çalışır. Bakar kovmakla gitmiyor, sinekleri öldüreyim bari diye, kocaman bir taş alıp, adamın yüzüne konan sineklere vurur. Adamın başı ezilir. Ayı, ilim sahibi olmadığı için, sineklere vurduğu taşın adama zarar vereceğini düşünemez. Ayının niyeti iyi idi, yani ihlaslı ve samimi idi, ancak ilmi olmadığı için yanlış iş yaptı.

Büyüklerimiz, “Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel sapıklıktır” buyurmuştur. İyi iş demek, ilim ve ihlasla yapılan ve ahirette faydası görülen iş demektir.

Şu Âyet-i Kerime de, ahirette bize iyi işlerin fayda vereceğini bildiriyor:

“İnsana, ancak dünyada çalışıp [ihlasla] yaptığı işler [ahirette] fayda verir.” [Necm 38, 39]

Şu iki Hadis-i Şerif de ihlaslı amelin önemini vurguluyor:

“Allahü Teâlâ ancak ihlasla yapılan ameli kabul eder.” [Dare Kutni]

“İhlas ile yapılan az amel, kıyamette sana yetişir.”[Ebu Nuaym]

Şu iki Hadis-i Şerif de ilmin önemini anlatıyor:

“İlimle az amel faydalı olur, ilimsiz çok amelin kıymeti olmaz.” [Deylemi]

“Allahü Teâlâ, ilimsiz ameli kabul etmez.” [B. Arifin]

Demek ki, iyi iş; ilim ve ihlasla yapılan iştir.

İhlassız, sadece ilimle yani şartlarına uygun yapılan işin, dünyada faydası görülürse de, ahirette faydası olmaz. Ebedi hayat için faydasız işe de iyi iş denmez.

Şahısların sünneti

Sünnet, yol, çığır demektir. “Sünnetullah”, Allah’ın Sünneti, Allah’ın yolu demektir. “Sünnet-i Resulullah”, Resulullah’ın Sünneti, Resulullah’ın yolu demektir. Resulullah’ın yolu, Allahü Teâlâ’nın yolundan ayrı olmadığı halde, Resulullah’ın Sünneti dendiği gibi, Peygamber Efendimizin yolundan ayrı olmayan her sahabinin de Sünneti olur. “Hazreti Ömer’in Sünneti”, “Hazreti Ali’nin Sünneti” demek caiz ve gerekir. 

Nitekim Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:

“Sünnetime ve Hulefa-i Raşidinin Sünnetine sımsıkı sarılın!” [Ebu Davud]

Hazreti Ömer, Hulefa-i Raşidin’dendir. Bu Hadis-i Şerife uyarak ‘Hazreti Ömer’in Sünneti’ denir. Hazreti Ömer’in Sünneti dendiği gibi, İmam-ı A'zam hazretlerinin Sünneti veya ‘falanca Âlimin Sünneti’ demekte de mahzur yoktur. Hatta Bid'at Ehlinin sünneti de ‘yolu, çığırı da’ olur.

Hidayete sebep olan Cennetliktir

Hidayette olmak ve insanları hidayete davetin önemi büyüktür. Emr-i Maruf ve Nehy-i Münkerfarzdır. 

Kur’an-ı Kerimde mealen buyuruluyor ki:

“İman edip iyi işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç, insanlar zarardadır.” [Asr 2,3]

“Sizin içinizde, insanları hayra, [Edille-i Şeriyyeye = dört delile uymaya] davet eden ve iyiliği emredip kötülükten [Dört delile muhalefetten] men eden bir cemaat bulunsun. İşte Onlar, kurtuluşa erenlerdir.” [Al-i İmran 104]

Hadis-i Şeriflerde de buyuruluyor ki:

“Tahsilsiz ilme, rehbersiz hidayete kavuşmak isteyen, boş şeylerden yüz çevirsin!” [İ. Gazali]

“İbadetlerini ihlas ile yapanlara müjdeler olsun! Bunlar hidayet yıldızlarıdır.” [Ebu Nuaym]

“İmamlar [önderler] hadi ve mehdi olduğu sürece, insanlar dal ve mudil olsa da asla helak olmaz.” [Hatib]

“Hadi = doğru yolu bulmuş, hidayete ermiş, Hidayet yolunu gösteren, Mürşid, Mehdi = hidayete vesile olan, hidayete getiren. Dâl = Sapık, Mudil = saptıran”

“Esselamü ala menittebeal hüda = Hidayete uyana, hak yolda olana selam olsun.” [Nesai]

“Ya Rabbi, bizi hidayetten sonra, başkalarının hidayetine vesile olanlardan eyle.” [Buhari]

İnsan yaratılışta; hidayet ve dalalet olmak üzere iki taraflıdır. Ona hidayeti tanıtmak için bir rehbere veya bir üstadın kitabına ihtiyaç vardır. Hidayet çok kıymetli olduğu gibi, hidayete sebep olmak da çok kıymetlidir. Hadis-i Şeriflerde buyuruluyor ki:

“Senin vasıtanla Allahü Teâlâ’nın bir kişiye hidayet vermesi, senin için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.” [Taberani]

“Bir kâfirin hidayetine sebep olmak, kızıl develere malik olmaktan iyidir.” [Buhari, İ. Ahmed]

“Bir insanın hidayetine sebep olan [Onu Ehl-i Sünnet yapan] muhakkak Cennete girer.” [Buhari]

“Bir Müslüman, arkadaşına, hidayetini arttıracak veya onu tehlikeden kurtaracak hikmetli bir sözden daha iyi bir hediye veremez.” [Ebu Ya’la]

“Kim, hidayete [Ehl-i sünnete] davet ederse, o yola girenlerin bütün sevapları ona da yazılır, diğerlerinin ecrinden bir şey eksilmez. Kim de, sapıklığa davet ederse, o yola girenlerin günahları, ona da verilir, o kötü yolda gidenlerin günahından da hiçbir şey eksilmez.” [Tirmizi]

“Haktan Bâtılı veya Hidayetten dalaleti red gayesi ile, ilim öğrenmek için yola çıkan kimse, kırk yıl ibadet eden bir Abid gibi ecir alır.” [Deylemi]

Ehl-i Sünnet Âlimlerinin kitaplarını başkalarına vermek de, hidayete sebep olmak gibi sevaptır. Hatta kitabı alan, o kitapla amel etmemiş olsa, dalalette kalsa bile, kitabı veren niyetine göre onu hidayete kavuşturmuş gibi sevap alır. 

Çünkü Hadis-i Şeriflerde buyuruluyor ki:

“Hayrın yolunu gösteren onu işleyen gibidir.” [Ebu Davud, Tirmizi]

“Emr-i Maruf ve Nehy-i Münker ederken ölen şehiddir.” [İ. Asakir]

“Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, Emr-i Maruf ve Nehy-i Anilmünker [dinin emir ve yasaklarını öğretme] sevabı yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.” [Deylemi]

Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)